• LAODIKEIA
    KAZISI
Ana Sayfa / Öğrenci Günlüğü

16.08.2004 /Pazartesi

Anıl’da gördüğüm heykel fotoğraflarıyla başladı Laodikeia aşkım. Sonra tutturdum ben oraya gitmek istiyorum, ben oraya gitmek istiyorum, diye... ( Sağ olsun Ayşe hocam, çok yardımcı oldu bana! J)

Sonra bir gün Esra aradı ve bomba!

-Kızım, Laodikeia’ya gidiyoruz, dedi.

Şok!

Hemen Anıl’ı aradım:

- Anıl nasıl bir kazıdır? Ne yerler, ne içerler, ne kazarlar dedim. O anlattı, ben dinledim. Son cümle:

- Laodikeia’ya da güneş başka doğar.

Bir başka doğdu, her gün her sabah. İçime, ruhuma, bedenime tüm varlığıyla doğdu. İyi ki doğdun!!!

Sımsıcak ediverdi, buz duvarlarının ardında yaşamaya alışık olan beni....

İlk günler çekilmezdi. Hamam-Bazilika ekibindeydim. Kaz Allah kaz, nereye kadar? Kazdık. Tam iki hafta hiçbir şey çıkmadı (sayılır). İşçiler de cabası, tabi. Başlarına güneş geçmiş, delirmiş bu adamlar... Ama sonra onlar düzeldi, ben mi delirdim anlayamadan seviverdim onları. Temizler, gerçekten temiz. Özellikler tansiyonumun düştüğü günlerde bana ayran getiren Nihat’ı hiç unutmayacağım. O bir harika!

Neyse Laodikeia’ya geri dönelim. Gergin bir bekleyiş... (Bu sırada çok sevdiğim Mustafa Hocam ve Sedat bizi terk etti.) Derken Tykhe başı çıktı. Belki de Laodike’nin kendisi değil mi Celal Hocam? Yeni bir aşk doğdu benim için. Yüzüne bakmaya doyamayacağım bir kadın. Ona yüzlerce yıldır ilk dokunanlardan biriydim, ve bu müthiş hissettirdi kendimi.

Ve diğer arkeolojik eserler teker teker çıkmaya başladı...

Ama bir Hamam-Bazilika kapatıldı ve üzüldüm.

Sonra çizime geçtim ve yıkıldım. Allahım bir insan bu kadar mı beceriksiz olur, iki çizgiyi yanyana koyup çizemez. Çizemedim, günlerce parça tahtaya oturmadı, aslında... Hiç benim suçum yoktu be, Celal Hocam!

Ama artık mükemmelim. Ne getirirseniz, çizerim vallahi...J

Tüm bunlar tatlı anıların bir kısmıydı sadece.

Ya doğum günüme ne demeli? İlk defa iki pasta kestimJ. Kazının kesesine bereket. Çok teşekkür ederim, herkese bir kez daha. En şaşkın ve en mutlu olduğum anlardan biriydi. Kazıda şaşkınlığım hiç geçmedi ki zaten...

Sokak lambaları ve betonların arasına düştüm, kandillerin yandığı, şarapların içildiği, yünlerin örüldüğü ve nice aşkların yaşandığı bu kentte.

Yıllar önceye, yüzyıllar önceye dönemedim belki ama, cadde de onlardan biriydim, tiyatroda gözümü kapattım ve masklarıyla dans eden adamları, onları izleyen binlerce meraklı gözü gördüm. Aynı havayı soludum onlarla ve onlarla aynı toprağa dokundum. Sevgiye hasret kalmış Laodikeia’ya sevgi tohumları ektim, öyle gidiyorum.

Herkesi seviyorum (başta böyle değildi tabii ki J). O kadar büyük ki sevgim. Bana bir arkadaşım; “çingene kalpli olmak kolay mı, kolay mı o kadar sevgiyi yüreğine sığdırmak demişti.” Kolay veya zor bilmiyorum ama oldu. Herkesin yeri çok ayrı, burayı ve insanları, yaşadıklarımı, yaşattırdıklarını hiç unutmayacağım.

Buradaki her soluk, hayatımın en anlamlı nefeslerinden biriydi. Arkeolojiden başka hiçbir şey yapamayacağım, bir kez daha anladım. Aşığım ben işime. Celal Hoca her ne kadar da; “ zorla mı geldiniz? “dese de, zorla gelmedik, ama zorla dönüyoruz...”

Her şey için teşekkür edeceğim... Celal Hocaya, Mustafa Hocaya, tüm arkadaşlara ve tüm işçilere...

Yanımdaydınız, hissettim. Gülen gözleriniz hep aklımda.

Sizi Seviyorum.

  Aylin DUYSAK (Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi)


29.09.2004/Çarşamba

Benim Laodikeia’daki maceram on beş gün sürecek bir kazı diye başlamıştı. Ama 24 Eylül 2004 kazının resmi olarak bitiş günü ve ben hala Laodikeia’dayım. Şimdi bunu büyük bir gururla söylüyor olabilirim ama; aldanmayın. Kazının enlerini seçerken ben kazının “En Hastası” olarak seçildim. Yani kazı süresinin yarısında izinliydim veya hastanede ya da evde ağrılarımla boğuşuyordum. Neyse bu kadar tanıtım yeter. Şimdi Laodikeia’daki günlere dair konuşalım.

Buradaki ilk günüm Hamam-Bazilika’da geçti. Ta ki ilk hastalık krizine kadar itiraf etmeliyim ki biraz gergin bir ortam vardı. Ama yine de Laodikeia’da bir günün doğuşunu ve insana getirdiklerini orada gördüm.

Daha sonra seramik çizimine geçtim. Arazi şartları sağlık koşullarıma uygun değildi ve beni seramik çizimine verdiler. Ne yapalım herkesin arazide gördüğü güneşin doğuşunu artık göremiyor ve sıcak esen rüzgarı tenimde hissedemiyordum. Çizime ilk önce kazı evinin bir odasında başladım. Zehra, Pınar, Bilun... ve artık Rahşan eklenmişti. Ekip daha sonra değişik bir çok kişi gördü. Başta Hamam-Bazilikanın dağılan ekibinden Aylin’i. Aylin’in müsvette çizimleri neredeyse hiç gerçeğe dönüşüp dosyaya giremeyecek diye çok korkmuştuk. Neyse ki çizim yapmaya başlamıştı ve ikinci bir çaylak...Esra.

Esra’da Aylin kadar olmasa da çizim konusunda bizi korkutmuştu. Esra’nın gelişiyle artık bize depo yolları göründü. Depo mu dedim aman pardon hamam demeliydim. Depoda çok fazla kalmayı tercih etmeyen Pınar, Aylin ve Esra annelerinin yanına gittiler.

Ne garip dimi? Bir arkeolog annesini özlemez ama; Laodikeia bu yıl hep annesini özleyenlerle doluydu.

Ve çizim ekibine Rabia katıldı. Artık depo revire döndü. İlk hastalanan ve çizime gelen benden sonra Rabia... Artık hastalanan çizime gelir gibi bir moda olmuştu.

Kazıda Celal hoca sinirli olduğunda herkes bir şekilde azar işitiyordu. Gerçi bize bire bir söylediği bir cümle olmasa da bizim kulağımıza gelen duyumlar şöyleydi:

“Üçü orada toplasan bir çizim yapamaz.”

Ne yapalım hoca sinirlenip söylemiş. Tamam belki ilk başta çok üzülmüştük. Ama bu cümle aramızda bir geyik muhabbetinin başlangıcı oldu.

Kazıdan ayrılanlar olduğu gibi gelen arkadaşlarda oldu. Ersin, Mevlüt ve Aydın... Bu gün son gün ve hala buradalar. Kazı ortamında bizi güldüren insanlar...

Aydın’ın olmadığı bir dönem olmuştu. İşte bu zaman süresince Mevlüt, Ersin ve Hüseyin’in Şenay’la olan diyalogları bizi çok eğlendirdi. Şimdi biraz anlatayım desem o kadar komik ve güzeller ki hiç birini seçemedim. Ama yine de

               “BURASİ ÜÇGEN Mİ?”

 Eee şimdi biraz da hocalardan bahsedelim:

Celal Şimşek; Kazı başkanı ve kazının korkulan yegane Hocası

Mustafa Büyükkolancı; kazımızın seyyar hocası. Bir bakmışsınız Efes’te, bir bakmışsınız Adada’da... Yani hızına kimse yetişemiyor.

Mehmet Hoca; bütün büyük suçları işlemese de sorumlusudur. Öğrencilerin ve kazıdaki arkeologların en sevdiği asistanlardan biridir. Tamam hoş sohbet, güler yüzlü falan ama; süksesi havuz başında erkek öğrencilerle geçirdiği günden sonra daha bir arttı. Gidip onları göremeyenlerin aklında bir soru işareti olsa da 2004 yılının en revaç isimlerinden biridir. Burada benim kazıda olmamı sağlayan kişi olduğu için çok teşekkür ederim. Çünkü o benim girişimi yapmasaydı, şu anda bu satırları yazamazdım.

Ayşem Hoca; arazinin bütün işleriyle ilgilenir. Genelde herkesin dikkatini sıkılganlığı ile çeker.

Bahadır hoca; çok fazla konuşmayan, her zaman sinirli bakışlara sahip olan, Tapınak Bekçisi.

Herkesten bahsederken Şaban Bey’den bahsetmemek büyük bir hata olur. Bu yılki kazı komiseri, genelde arazide görülmez. Bağ, bahçe dolaşarak, bize çevre köylerde ne var ne yoksa getiren insan. Onun sayesinde kazı bütçesi yiyeceğe çok para vermedi. Kalan zamanını uyuyarak geçiren Şaban Bey’e büyük katkılarından dolayı çok teşekkür ederiz.

Laodikeia’ya beni bir sıkıntı rüzgarının atması ne güzel olmuş dimi?

Not: siz şimdi bu cümleleri okuduktan sonra Celal Hoca hakkında yorumlarınızı kendiniz ekleyin. Çünkü Hocamız anlatmakla tanınmaz, yaşamakla tanınır.

Hocam Laodikeia-500 Evler arası sizinle seyahat etmek benim için bir onurdu.

 Her şey için Laodikeia’ya teşekkürler.

Huriye Rahşan Keskin (Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğrencisi)